Her insan, sağlığının bir bilançosunu yapmalı ve bugüne dek bedeniyle arasında kurduğu ilişkiyi gözden geçirmelidir; bu bilanço bizi şaşırtıcı sonuçlara ulaştıracaktır. Her çağda dünyayı saran virüslü bulaşıcı hastalıklar olmuştur. Bugün tıbbın denetiminden kaçamayan bu tür virüslere çare bulunduğu için, bu gibi hastalıklar insanları geçmişte olduğu kadar ürkütmüyor. Ancak, içinde yaşadığımız çağda, sinsi sinsi bir kenarda oturup insanları bekleyen bir başka büyük salgın var: yorgunluk ve sinirsel gerilim.
Her şeyiyle düzensiz ve dengesiz bir gelişim gösteren bu çağ, aktif çalışanları olduğu kadar evinde oturan ve çalışmıyormuş gibi görünen insanları da oldukça etkilemekte ve yorgun düşürmektedir.
Bir uyarı niteliğinde olan bu yorgunluk, kendimizi aşırı zorladığımızı ve gücümüzü aştığımızı gösteriyor; ama bu durumun asıl üzücü yanı, bu gerçeği bildiğimiz halde, akla mantığa ters düşen bir yaşamı kabullenmemizdir.
Teknolojinin gelişimiyle ortaya çıkan zararlı sonuçlardan biri, akciğerlerimize solumak zorunda kaldığımız kirli havadır. Bir diğeri, çağımız insanının yeteri kadar yürümemesi, gerektiği kadar hareket etmemesi ve böylece kaslarının, eklemlerinin ve omurgasının zamanla karşı karşıya kaldığı biçimsel bozulmayla birlikte ortaya çıkan hareketsizlik sorunudur. Bu yaşantıya, yorgunluk ve sinir gerginliğini de eklediğimizde, kendimizi, akşam eve gelince bir koltuğa çökmüş bir halde televizyonun karşısında buluruz.
Böyle bir durumda iken kullanılan ilaçlar oldukça yüzeysel ve geçici çözümlerdir. Öyleyse sağlığımızı korumak için ne yapmalıyız? Bizi hem doğaya sırtımızı dayayıp hem de onun kurallarını çiğnedikce elbette ki doğa da bizi çiğneyecektir…”
Gerçekten sağlıklı bir bünyeye sahip olmak istiyorsak, “doğa”nın koşullarına dönmekten başka çaremiz yoktur. Yukarıda “Çağdaş Yoga” adlı kitaptan yapmış olduğum bu alıntı, Yoga’yı ülkemize tanıtan ilk eğitmenlerden olan Müheyya İzer’e ait bir yazıdır.
Siz de keyifle okursunuz umarım.
Sevgiler…
Mert Güler