Şeb-i Arus, düğün gecesi anlamına gelir. Hz. mevlana, ölüm gecesinin “Şeb-i Arus” olarak anılmasını, ağlama, yas, matem tutulmasını değil, sevinç ve kutlama yapılmasını istemiştir. Çünkü ölüm günü Sevgili’ye, Hakk’a kavuşma günüdür.
742 Yıldır Hz. Mevlana’nın Sevgili’ye kavuşma günü olan 17 Aralık “Şeb-i Arus Vuslat Törenleri” ile kutlanmaktadır. Vuslat; erişme, kavuşma, buluşma demektir.
Hz. Mevlana’nın Ölüm Anlayışı
Hz. Mevlana, ölümü; ten kafesine mahkum edilmiş ruhun tekrar aslına dönmesi, aşık ile maşuğun kavuşması, ikinci doğum olarak nitelemiştir:
“Şu dünya yüzündeki hayat, aslında bir ölümden ibarettir. Bizi korkutan ölüm de hakikatte, hayattır! Bunu ters düşünmek, yani ölümü, bir başka aleme doğmak değil de yok olup gitmek gibi sanmak imansızlıktır! Eğer Hak, ten hanesini yıkarsa, sakın inleme, şikâyet etme! Şunu iyi bil ki aslında sen, ten zindanında mahpussun; ölüm gelip de orası yıkılınca kurtulacaksın!”
“Kuşa, kafesi bırakıp uçmak nasıl hoş, tatlı gelirse, bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı geliyor.”
“Ey ruh aleminden bu dünyaya doğup gelenler! Ölüm gelince ürkmeyin, korkmayın! Bu, ölüm değil, bu ikinci bir doğumdur; doğun, doğun!”
Mevlana, Mesnevi’sinde Bilal-i Habeşi’nin ölüm anlayışını örnek vermiş, ruhun dünya gurbetinden vatanına dönmesini, Allah’a kavuşmayı sağlayan ölümün neşe ile karşılanması gerektiğini belirtmiştir:
“Hz. Bilal zayıflıktan hilale, yani yeni ay’a dönmüş, yüzüne ölümün rengi, ölümün gölgesi düşmüştü. Eşi onun bu halini görünce, “Eyvahlar olsun! Evim yıkıldı!” dedi. Bilal ona, “Hayır, hayır!” dedi, “Evin yapıldı. Şimdi neşe ve sevinç zamanı. Ben şimdiye kadar, yaşayış yüzünden keder içindeydim, yasta idim. Sen ölümün nasıl bir yaşayış, nasıl bir şey olduğunu ne bilirsin?” Hz. Bilal hep bu sözü söylüyor, söylerken de yüzünde nergisler, güller, laleler açılıyor, yani mübarek yüzü gittikçe nurlanıyordu. Eşi Bilal’in hastalığının arttığını görünce, “Ey güzel huylu, ayrılık çağı geldi.” dedi. Bilal, “Hayır, hayır! Buluşma çağı, kavuşma çağı.” dedi. Eşi dedi ki, “Sen bu gece gurbete gidiyorsun, soyundan sopundan, yakınlarından ayrılıp kayboluyorsun.” dedi. Bilal dedi ki, “Hayır, belki bu gece ruhum gurbetten, asıl vatanına kavuşuyor.”
Hz. Mevlana, vefatına yakın günlerde yakınlarına şu gazeli söylemiş, ölüm anlayışını ve ölümünün sevenlerince nasıl karşılanması gerektiğini ifade etmiştir:
“Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi, gamı var, dünyadan ayrıldığına üzülüyorum sanma.
Sakın, benim için ağlama, “Yazık oldu! Yazık oldu!” deme. Eğer nefse uyup şeytanın tuzağına düşersen, işte o zaman hayıflanmanın sırasıdır.
Cenazemi görünce “Ah ayrılık! Ah ayrılık!” deme. O vakit benim ayrılık değil, visal ve mülakat (kavuşma ve görüşme) vaktimdir.
Beni kabre indirdikleri zaman sakın “Elveda! Elveda!” deme. Çünkü kabir, öteki âlemin, can topluluğunun perdesidir.
Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör (düşün). Güneş ve aya gurub etmekten (batmaktan) hiç ziyan gelir mi?
Bu hal sana batmak, kaybolmak gibi görünse de, aslında bu hal doğmaktır, yeniden hayata kavuşmaktır. Mezar insana hapishane/zindan gibi görünse de, orası ruhun kurtulduğu yerdir.
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Niçin insan tohumu bitmeyecek diye şüpheleniyorsun?”
Hz. Mevlana’nın Vuslatına Yakın Günler
Hz. Mevlana, ömrünün son demlerinde ateşli bir hastalığa yakalandı. Hekimler tedavisine yoğun çaba harcıyor, fakat ateş bir türlü düşürülemiyor, sonuç alınamıyordu. Bu sıralarda Konya’da sık sık depremler oluyordu. Halk depremlerden korkup Mevlana’ya başvurunca o, gülümseyerek, “Korkmayın. Yerin karnı acıktı. Yakında bir yağlı lokma yer ve deprem biter.” dedi.
Mevlana, dostlarına ve aile efradına, bu dünyadan göçmesine üzülmemelerini söylüyordu; fakat onlar, bedenen de olsa bu ayrılığı kabullenemiyorlar, ağlayıp inliyorlardı.
Bir gün hanımı, Mevlana’ya hitaben, “Hudavendigar Hazretlerinin dünyayı hakikat ve manalarla doldurması için üç yüz veya dört yüz yıllık ömrünün olması lazımdı.” dedi. Mevlana cevaben, “Niçin? Niçin? Biz ne Firavun ne de Nemrud’uz. Bizim toprak alemiyle ne işimiz var? Bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasıl olur? Biz birkaç tutuklunun kurtulması için (insanlara faydamız dokunsun diye) bu dünya zindanında hapsolmuşuz. Yakında Allah’ın sevgili dostunun, Hazret-i Muhammed’in yanına döneceğimiz umulur” dedi.
Bir gün de Şeyh Sadreddîn Konevî, dervişleriyle birlikte Mevlana’ya geçmiş olsun demeye geldi. Mevlana’ya son derece büyük bir ilgi gösterdi, çok üzüldü ve, “Allah yakın zamanda şifalar versin. Hastalık ahirette derecenizin yükselmesine sebeptir. İnşallah yakın zamanda tam bir sıhhate kavuşursunuz. Siz alemin canısınız; sağlıklı olmaya layıksınız” diye temennilerde bulundu. Bunun üzerine Mevlana, “Bundan sonra Allah sizlere şifa versin. Aşığın maşukuna kavuşmasını ve nurun nura ulaşmasını istemiyor musun?” dedi. Bunun üzerine Şeyh Sadreddin, yanındakilerle birlikte ağlayarak kalkıp gitti.
Hz. Mevlana, vefatına yakın bir günde bağlılarına şöyle vasiyette bulundu:
“Ben size; gizlide ve açıkta, her yerde Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, Allah’ın buyruklarına boyun eğip, günahlardan kaçınmayı, oruç tutmak ve namaz kılmakta devamlılığı, daima şehvetten kaçınmayı, insanlardan gelebilecek eza ve cefaya tahammül etmeyi, cahil ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak durmayı, güzel davranışlı ve salih kişilerle birlikte olmayı vasiyet ederim. İnsanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır. Hamd yalnız, tek olan Allah’a mahsustur. Tevhid ehline selam olsun.”
Yine o, son günlerinde, halife olarak yerine Çelebi Hüsameddin’i tayin ettiğini açıkladı.
Hz. Mevlana’nın Vuslatı ve Cenaze Töreni
Hz. Mevlana, 5 Cemaziyelahir 672 (17 Aralık 1273)’de, Pazar günü, güneş batarken vefat etti.
Ertesi sabah cenazesini Mevlevi imamı Mevlana İhtiyareddin yıkadı. Cenaze törenine her dinden, mezhepten, milletten, yaştan, statüden insan katıldı. Mevlana’nın daima üstünde taşıdığı feracesine sarılı olan tabutu dışarıya çıkartıldığı zaman, tabutu taşımak için halk o derece hücum ediyordu ki memurlar kılıçlarla, sopalarla halkı men etmek zorunda kalıyordu. Herkes tabutun önünde ardında ağlaya ağlaya dönüp duruyordu. Ana cadde adam almıyordu. Bilginler, sufiler, ahiler, fütüvvet erleri, rindler, hükümet ricali ve Hristiyanlar ve papazları, Yahudiler ve hahamlar, bütün insanlık Mevlana’yı baş üstünde taşıyordu. Sadece Müslümanlar değil, Hristiyanlar ve Museviler de bu vefattan son derece üzüntü içindeydiler.
Müslümanlar, gayrimüslimleri sopa ve kılıçla savmaya çalışarak, onlara: “Bu merasimin sizinle ne ilgisi vardır? Bu din sultanı Mevlana bizimdir, bizim imamımız, rehberimizdir” dediler. Onlar ise şöyle cevap verdiler: “Biz Musa’nın, İsa’nın ve bütün peygamberlerin hakikatini onun sözlerinden anlayıp öğrendik. Kendi kitaplarımızda okuduğumuz olgun peygamberlerin huy ve hareketlerini onda gördük. Sizler nasıl onu devrinin Muhammed’i olarak tanıyorsanız, biz de onu zamanın Musa’sı ve İsa’sı olarak biliyoruz. Siz nasıl onun muhibbiyseniz, biz de bin şu kadar misli onun muhibbiyiz. Mevlana Hazretleri’nin zatı, insanlar üzerinde parlayan ve onlara iyilikte, cömertlikte bulunan hakikatler güneşidir. Güneşi bütün dünya sever. Bütün evler onun nuruyla aydınlanır. Mevlana ekmek gibidir. Hiç kimse ekmeğe ihtiyaç duymamazlık edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüz mü?”
Nefirler, neyler, rebablar çalınıyor, mazharlar (zilsiz defler) dövülüyor, zillerin, kudümlerin sesleri, çalgıların nağmeleri, hıçkırıklarla boğuluyordu. Naralar atıp sema edenler, feryatlar edip bayılanlar vardı. Tabut ilerleyemiyordu. Evden sabahleyin çıkan tabut, pek yakın olan musallaya akşama yakın varabildi.
Hz. Mevlana, cenaze namazını kıldırmasını Şeyh Sadreddîn Konevi’ye vasiyet etmişti. Ancak o tam namazı kıldıracağı sırada, üzüntüsünün şiddetinden bir şehka (hıçkırıp) vurup bayıldı. Bunun üzerine cenaze namazını Kadı Sıraceddîn el-Urmevi kıldırdı. Şeyh Sadreddin’e daha sonra, cenaze namazını kıldıracakken neden bayıldığı sorulduğunda, “Namaz kıldırmak için tabutun önüne vardığım zaman, meleklerin saf bağlayıp tabutun önüne durduklarını gördüm. O halin heybetinden, dehşetinden aklım başımdan gitti” diye cevap vermiştir.
Hz. Mevlana’nın naşı Konya’da, babasının ve Selahaddîn-i Zerkûbî’nin de defnedildiği yere defnedildi. Konya’da kırk gün yas tutuldu. Kırk gün onun kabrinden ziyaretçi eksik olmadı.
“Yeşil Türbe” denilen türbe, Sultan Veled ile III. Gıyaseddin Keyhusrev’in emirlerinden Alameddin Kayser’in gayreti ve Emir Pervane’nin eşi (Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kızı) Gürcü Hatun’un yardımıyla Çelebi Hüsameddin zamanında yapıldı. Türbenin mimarı Tebrizli Bedreddin’dir.
Hz. Mevlânâ’nın Sevenlerine Mesajları
Hz. Mevlana, vefatından sonra kendisini ziyaret etmek isteyenlere şöyle seslenmiştir:
“Kardeşim! Benim mezarıma sakın defsiz gelme! Çünkü Allah’ı sevenlere, O’nun huzurunda olanlara dertli olmak, kederli olmak yaraşmaz.”
Mevlânâ’ya atfedilen bir beyitte ise o şöyle demektedir:
“Vefatımızdan sonra mezarımızı yeryüzünde arama, bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.”
Yukarıdaki sözlerine göre; Konya’daki türbesini ziyaret edecek olan kişinin Hz. Mevlana’nın ölüme yaklaşımını hatırlaması ve vefatı sonrası kavuştuğu manevi nimetleri düşünmesi, böylece üzüntülü değil, neşeli bir haletiruhiyede olması gerekir. Ancak yine Mevlana’ya göre, türbesini ziyaretten daha da önemli olan, onu sevip tam manasıyla örnek almış arifleri arayıp bulmak, onları ziyaret edip sohbetlerinden istifade etmektir. Asıl yapılması gereken, kişiye asıl faydalı dokunacak olan da budur.
Hz. Mevlana Vefatı Sonrası Şeb-i Arus Törenleri:
Abdülbaki Gölpınarlı bu konuda şunları kaydetmiştir:
“Mevlana’dan, hatta Selahaddin-i Zerkubi’den itibaren cenazelerin neyler çalınarak, davullar ve mazharlar (kenarı zilsiz defler) dövülerek, besteler okunarak ve sema edilerek götürülmesi adet olmuştu. Mevlana’nın zamanında bile şeriatçılar buna şiddetle itiraz ediyorlardı, fakat dinleyen yoktu ve Mevlana’nın nüfuzu hepsini susturmuştu. Sonraları medresenin galebesi, ayin okunup ney ve kudüm çalınmasını, ancak cenazenin yıkandığı ve kefenlendiği zamana hasretti. Dışarıdayken cenaze ism-i Celal ile götürülürdü.
Mevlana’nın vefatının kameri seneyle her yıl dönümü gecesi, Konya’da meydan odasının önündeki havuzun başına hasırlar, halılar serilir, herkes toplanır, ayinler okunur, meyveler yenir, sohbetler edilir, böylece bir sema meclisi kurulurdu. Sonunda bir gülbank çekilerek bu hususi ayin-i cem’e son verilirdi. O geceye ‘düğün ziyafeti gecesi’ anlamına gelen “şeb-i urs” denirdi. Bu yüzden havuzun adına da “şeb-i urs havuzu” denmişti. Bu söz, halk arasında, ‘gelin-gerdek gecesi’ anlamına gelen ve aynı mânâyı ifade eden “şeb-i arus” şeklini almıştı. Mevlana’nın vefat yıldönümü kışa rastlarsa bu tören meydan odasında icra edilirdi. Görülüyor ki Mevlana’nın vefatı Mevlevilerce bir vuslattı ve o gece bir gerdek gecesiydi.”
Mevlana’dan Ölüm ve Vuslat (Kavuşma) Sözleri
“Hakka kavuştuğum gün tabutum yürüyünce,
Şu dünyanın dertleri ile dertleniyorum sanma.
Bana ağlama, yazık yazık deme.
Cenazemi görünce ayrılık, ayrılık diye feryat etme.
Beni toprağa verirken elveda elveda diye ağlama.
Gün batımını gördün ya, gün doğumunu da seyret.
Hangi tohum yere atıldı da çıkmadı.
İnsan tohumu hakkında niye yanlış bir zanna düşüyorsun…”
Hz. Mevlana
“Biz gittik kalanlar sağ olsun.
Doğan, eninde sonunda ölür.
Gök kubbede oturanlar iyi bilir, damdan bir taş atıldı mı düşer.
Hırsı bırak, kendini boş yere harcama.
Bu toprak altında çırak da bir, usta da.
Hiç naz etme a güzel,
Bu mezarda ne Şirin’ler var, ne Şirin’ler.
Ferhat gibi yok olup gittiler.
Direği yelden yapı a güzel,
Dayansa dayansa ne kadar dayanır?
Kötü idiysek, geçtik gittik, kötülüğümüzle,
İyi idiysek, hayırla anın bizi.
Zamanın tek eri olsan bile,
Bir gün gidersin sen de, tek tek gidenler gibi…”
Hz Mevlana
“Ben ölürsem sakın bana “öldü” demeyin. Aslında ben ölü idim, dirildim, beni dost aldı, götürdü…”
Hz. Mevlana
Hz. Mevlana Türbesi’nde Şeb-i Arus Törenleri
“Bu alem oyun yeridir, ölüm de gece.
Geri döner gidersin, fakat kese bomboş,
Sen de yorgun argın…”
Hz. Mevlana
Hz. Mevlana Türbesi’nde Şeb-i Arus Törenleri
“Bizim mezarımızı toprakta arama. Bizim türbemiz aşıkların gönlündedir.”
Hz. Mevlana
Hz. Mevlana Kültür Merkezi Törenleri
“Ölüm için ihtiyat gerekir. Akıbeti, hasrı görenler için de zevk u safa.
Ölümü Yûsuf gibi gören, canını feda eder. Kurt gibi görense, doğru yoldan ayrılır.
Ölüm, herkese kendi rengindedir. Saf ayna iyiyi de kötüyü de gösterir.
Güzel yüz aynada güzeldir, çirkin yüz de çirkin.
Sen ölümden korkup kaçıyorsun. Bil ki seni asıl kendi çirkinliğin korkutmada.
Gördüğün kendi çirkin yüzün, ölümün yüzü değil. Canın o suretten ürktü.
İyi de, kötü de senden yetişmiştir. Çirkin de, güzel de kendi elinle kazandığındır.”
Mesnevi, III/ 3458-65
“Aşksız olma ki ölmeyesin. Aşkla öl ki diri kalasın…”
Rubailer, 181