Şems-i Tebrizi Türbesi

şemsi tebrizi türbesiŞems-i Tebriz-i Camii ve Türbesi, Konya’da Şems Parkı’nın içerisinde yer almaktadır. Kim tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmeyen cami ve türbe, 1510 yılında Abdürrezak oğlu Emir Ishak Bey tarafından genişletilip yenilenmiştir. Yapılan tahminlere göre 13. yüzyılda inşa edilmiştir.
Türbe, cami ile bitişik durumdadır. Türbe, içten tavanlı, dıştan ise sekizgen tambur üzerine piramidal bir külahla örtülmüştür.
Şems-i Tebriz-i Camii ve Türbesi, Konya’nın Mevlana Türbesi’nden sonra en çok ziyaret edilen noktalarından biridir.

Şems-i Tebrizi yazımız için tıklayınız…

Ateşbaz-ı Veli Türbesi

ateşbaz türbesi

Ateşbaz-ı Veli’nin türbesi Konya’da 1285 yılında inşa edilmiştir. Türbeye gelenler içeride bulunan bir tabaktan tuz almaktadırlar, bu tuzun sofraya bereket getirdiğine inanılmaktadır. Adak adayanlar ise türbeye tuz getirmektedir. Bu gelenek kimine göre Ateşbaz-ı Veli ile Mevlana arasında geçen bir konuşmaya, kimisi ise Orta Asya Türk geleneğine dayandırmaktadır. Hz. Mevlana’nın Ateşbaz-ı Velî’ ye “Tuzunu alanlar huzur bulsun, ziyaret edenlerin her derdi iyi olsun. Aşları artsın, eksilmesin, taşsın dökülmesin.” dediği rivayet edilmektedir.

1986 yılında Konya Turizm Derneği Başkanı Feyzi Halıcı, Ateş-baz-ı Veli adına uluslararası yemek kongrelerini başlatır. Dünyanın en ünlü yemek otoriteleri Konya’ya gelir. 13. yüzyılda adına ateş renkli taşlarla anıt mezar yaptırılan bir aşçıyla karşılaşmanın büyüsünü yaşarlar. Uzmanlardan Alan Davidson dönünce yazdığı makalede “Oraya bir turist gibi gittik, ama hacı gibi döndük.” ifadesini kullanır. Daha sonra Konya’ya gelecek yemekçilerin, Konya’da Hz. Mevlânâ türbesinden sonra ilk uğradıkları ve kendilerini hacı olmuş kabul ettikleri yer haline gelir.

Ateşbaz-ı Veli yazımız için tıklayınız…

 

Tavus Hatun Türbesi

Tavus-Baba

Meram bağlarındaki “Tâvus Hatun” diye anılan türbe bir “gizemli” düğümdür. İçinde yatan var mı, varsa kadın mı erkek mi? Kimsenin bu konuda bir bilgisi yoktur. Konya doğumlu gazeteci yazar Nezihe Araz’ın anlatısına göre, Buhâra’dan, Şiraz’dan, Deşt’ten oluk oluk insanın Anadolu’ya, daha doğrusu Mevlânâ’yı görmeye aktığı devirde, Konya’ya bir kervan gelir. İçerisinde hangi dinden, hangi mezhepten olduğu sırrını hâlâ koruyan bir kadın vardır. Görmeden kavrulduğu Mevlânâ aşkıyla sabır kitabını okumuş olan, aynı zamanda dünyalar güzeli bu kadın, meram bağlarında küçücük bir tepeyi her yerden çok beğenir. Meram’ın ünlü “ateş gülleri”yle “katmerli sultan sümbülleri”yle bir cennet görünümünde olan bu tepede küçük bir kulübe yaptırmaya karar verir. Mevlânâ âşıkları, bir sabah vakti Meram bağlarında yapılan bir sema töreninden dönerken, küçük tepenin eteklerinden gelen tatlı bir rebap sesi duyarlar. Ses o kadar ahu gibidir ki ahengine kapılmamak, peşine düşmemek ve “Hay dost!” deyip sema etmemek mümkün değildir. Yukarıda rebap, aşağıda semâ devam eder. O sabahtan sonra, bu küçük tepenin eteğinden geçmek Mevlânâ âşıklarının bir adeti haline gelir. Artık her şafak vakti, yüzünü bile görmedikleri bu kadının rebabıyla ruhlarını yıkamakta, berrak bir halde yollarına devam etmek-tedirler. Bu arada dedikodular da eksik değildir: Kadın neden kendini saklıyor, Mevlânâ’dan mı? Başka şeyden dolayı mı? Bu bir sırdır ve öyle de kalır. Zira yine bir şafak vakti, gül ve sümbül dolu bu tepenin eteğinden geçen dervişân bu sesi duyamaz. Yürekler kuşkuda, gönüller korkuda olarak, Mevlânâ’ya dönerler. Mevlânâ: “Gidip kulübeye bakın” der. Nefes nefese yukarı çıkan dervişler, bomboş kulübenin ortasında henüz sıcaklığını koruyan bir kucak tâvus tüyünden başka bir şey bulamazlar. Dervişan, meseleyi mürşidleri Mevlânâ’ya aktardıklarında: “Türbesini yapın” diye emreder.“Tâvus Baba” diye bilinen türbenin bu hanıma ait olması muhtemeldir; ve “Tâvus Hâtun”, birileri tarafından “Tâvus Baba” olarak değiştirilmiştir. Nezihe Araz’ın deyimiyle, gönlü dar bazı insanlar bu küçük efsaneyi beğenmeyip kaş çatıp: “Tâvus Hâtun değil, o Tâvus Baba idi. Mevlevî değil Hüdâî idi” diye konuşup durdular. Tabelalar değişti, “Hâtun” sözcüğünü yazmak dinen edepsizlik sayıldı ve onu “baba” diye bilmek onların dinlerine daha uygun geldi.

İçinde yatanın kim olduğu önemli değildir aslında; önemli olan onun bir veli olarak anılmasıdır.

Günümüzde Konyalılar ince hastalığına tutulmuş hastalarını şafak vakti bu küçücük kerpiç kulübenin önüne getirirler. Tâvus Hatun’dan şifa isterler. Ayrıca bir muradı olan cahil-kültürlü her kesim-den insan tarafından bir kilo tuz hediye edilerek ziyâret edilir. Denir ki, buraya bu niyetle gelip de boş dönen olmamıştır…