Burası, dergah çatısı altında, her metre karesi mana içeren atmosferiyle, kararmış gönüllere aşkın teneffüs ettirildiği ve Sevgili’ye en güzel ifade tekniklerinin öğretildiği yerdir. Burası, duygu ve düşüncede kutsallığın mührünü gösteren, testiyi kıranla, suyu getirenin ayrım noktası olan ve başını göğe değdirmeye değil, ayaklarının yere bastığına emin olmak isteyenlerin yeridir.
Burası, doğumdaki berraklığını, ölüme taşımak isteyen, duygu hazinesini külfetten kurtarıp rahmete çevirmek isteyen, içindeki potansiyeli hor görüp de geliştirmek isteyenlerin yeridir. Onlar için, bir yer yüzü sakini olarak, toprak boyutlu olsalar da, yaratılış ve doğası itibariyle aşkın cephesi daha ağır basmaktadır. İnsan doğasının gerçeği, dindir. İnsan ise, ilahi bir oluşun abidesidir. İlkel kabilelerden, modern toplumlara kadar bütün tarih itiraf eder ve özetler ki; Allah’ın varlığını, en kuytu yerlerde açan çiçeklerden sor. Hülâsa bu yüce kabullenişiyle insan, teomorfik tabiatıyla ve ait olduğu yerin özlemiyle, sırların aslına erebilmeyi ve özüne dönebilmeyi, salık verilen bu mekanda buluşturmak ister.
İnsanın değeri nedir sorusuna, Mevlana; “Aradığı şeydir…” demiş. Peki aradığı nedir insanın; Allah’ın varlığını ruhen ve bedenen onaylayabilme yeteneği, hidâyetle gelen güven ve ilâhi öze sadık kalabilmek değil midir?
Elbette,budur!
Şems-i Tebrîzî, Mevlâna, Şeyh Edebâlî ve Ateşbâz-ı Velî gibi daha pek çok hazret de yüceliklere, bu mukaddes öze sadık kalmakla ululaşmadı mı?
Yazar: Nezahat Bekleyiciler
Yayınevi: Tablet Yayınevi
136 Sayfa