Padişahı vardı ki bir ülkenin; kılı kırk yarar, haklı ile haksızı, doğru ile yanlışı tam ayırır, adaletinde kimsenin şüphesi kalmaz, verdiği karar gönül rahatlığı ile herkes tarafından kabul görürdü.
Tebaasında bulunan Çinliler ile Rumlar: “Biz en iyi ressamız!” “Hayır, en iyi ressam bizleriz!” Diye aralarında tartıştılar, lakin bir sonuca varamadılar. Ulu hakem olarak Padişaha arz ettiler durumlarını. O zamana kadar yaptıklarını bir bir sayıp döktüler ve bununla diğerine üstünlük kurmalarına yol aradılar.
Padişah: “Sizi imtihan edeceğim, bakalım hanginiz davasında daha haklı?” dedi.
Çinliler: “Padişahım; bizlere iki ayrı oda verin, marifetlerimizi birbirimizden habersiz ve gizli olarak icra edelim… Tâ ki nihayetinde hakemimiz olarak vereceğin karar ile üstün olan belirlensin.”
Rumlar: “Padişahım; tek oda verin, ama birbirimizi görmeyecek ve seslerimizi duymayacak şekilde örtülerle ayırın ortasından ki, değerlendirme vaktinde ikisini bir arada görüp karar vermek kolay olsun…” dediler.
Herkes tarafından kabul gören fikir Rumlar’ın fikri oldu. Bir oda, Çinlilerle Rumların bir birlerinden habersiz çalışabilecekleri şekilde ortadan ikiye ayrıldı.
Çinliler her sabah türlü türlü boyalar istediler, padişah hazinelerini açtırarak her isteneni verdi.Rum ressamlar ise: “Pas gidermekten başka, ne resim işe yarar, ne de boya…” dediler kendi kendilerine. Kapılarını kapatıp başladılar duvarlarını cilalamaya. Gök gibi tertemiz, saf ve berrak hale getirdiler duvarları. “İki yüz renge boyamaktansa, renksizlik daha iyi. Renk bulut gibidir, renksizlik ise ay… Bulutta parlaklık ve ışık görürsen bil ki yıldızdan, aydan, yahut güneştendir…”
Çinli ressamlar işlerini bitirdiler haber verdiler, padişah gelerek yapılanları seyre daldı. Hepsi akıldan, idrakten dışarı, fevkalade güzel şeylerdi. Sonra perdenin kaldırılmasını emretti. Görülenler karşısında gözler adeta yuvalarından fırladı. Hayret nidaları salonu doldurdu. Çinli ressamların yaptıkları tüm resim ve nakışlar odanın cilalanmış duvarına vurmuş, orada bulunanların tamamı diğer duvarda daha iyi görünüyor, resimlerin akisleri göz alıyordu.
Oğul dedi bu kıssayı anlatan; Rum ressamları sufîlerdir. Onların ezberlenecek kitapları, dersleri yoktur… Gönülleri adamakıllı cilalanmış; istekten, hırstan, hasislikten ve kinlerden arınmıştır. O aynanın saflığı, berraklığı gönlün vasfıdır.
Gönüllerini cilalamış olanlar; renkten, kokudan kurtulmuşlardır. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler. Onlar, ilmin kabuğundaki nakşı bırakmışlar, Aynel yakin bayrağını kaldırmışlardır. Düşünceyi bırakmışlar, aşinalık denizini bulmuşlar, bilişikte yok olmuşlardır.
Herkes ölümden ürker, korkar. Bu kavimse ona bıyık altından gülmektedir. Kimse onların gönlüne galip gelmez. Sedefe zarar gelir, inciye değil.
Onlar fıkhı ve nahvı terk etmişlerdir ama mahvolmayı ve yokluğu ihtiyar etmişlerdir. Sekiz cennetin nakışları parladıkça onların gönül levhine vurur, orada tecelli eder. Tanrı’nın doğruluk makamında oturanların, orasını yurt edinenlerin derecesi; arştan da yücedir, kürsüden de, boşluktan da..!