bilgelik

Bilgi ve erdem susuzluğu çeken bir genç adam, dış görünüşten insanların karakterini çıkaran bir bilim dalı olan fizyonomi çalışmış. Altı yıl süren çalışmaları Mısır’da gerçekleşmiş ve bu durum kendi evinden uzakta birçok özveride bulunmasına neden olmuş. Fakat sonunda sınavlarını büyük bir başarıyla tamamlayarak, gurur ve mutlulukla ülkesine dönmüş. Yolda gördüğü herkese bilimsel gözle bakıyor ve bilgisini genişletmek için karşılaştığı herkesin yüz ifadesini okuyormuş.
Bir gün yüzünde altı özelliğin birden izleri olan bir adama rastlamış.
Bu özellikler şunlarmış: Hasetlik, kıskançlık, hırs, açgözlülük, cimrilik ve düşüncesizlik.
“Allahım, ne kadar canavarca bir ifade!
Böyle bir şeyi daha önce ne gördüm ne de duydum.
Teorimi burada deneyebilirim,” demiş genç adam.
O böyle düşünürken, yabancı çok dostça, kibar ve alçak gönüllü tavırlarla kendisine yaklaşmış ve şöyle söylemiş: “Sevgili şeyh, çok geç oldu ve öbür kasaba çok uzakta. Benim kulübem küçük ve karanlık, ama sizi kollarımda oraya taşırım. Sizi bu akşam misafirim olarak görürsem, benim için büyük bir şeref olur ve varlığınız beni çok mutlu eder!”
Buna şaşıran yolcu kendi kendine düşünmüş, “Ne kadar şaşırtıcı! Bu yabancının sözleri ile korkunç yüz ifadesi arasında büyük fark var.” Bunun farkına varmak kendisini iyice korkutmuş. Geçmiş altı yılda öğrendiklerinden şüphe etmeye başlamış ve bazı şeylerden emin olmak için yabancının davetini kabul etmiş. Adam, genç alimi çay, kahve, meyve suları, pasta ve nargileyle şımartmış, kibarlık, ilgi ve iyiliğe boğmuş. Üç gün üç gece ev sahibi bizim yolcuyu orada tutmayı başarmış. Sonunda alim ev sahibinin kibarlığına karşı gelebilmiş ve kesin olarak yolculuğuna devam etmeye karar vermiş.
Ayrılma zamanı geldiğinde, ev sahibi bir zarf uzatmış ve şöyle söylemiş:
“Efendim hesabınız. ” Buna çok şaşıran alim, “Ne hesabı?” diye sormuş. Kılıcın kınından çekilme hızıyla ev sahibi birden gerçek yüzünü göstermiş. Kaşlarını sert bir şekilde çatmış ve kızgın bir sesle bağırmış, “Bu ne yüzsüzlük! Yerken ne düşünüyordun? Bütün bunların bedava olduğunu mu?” Bu sözleri duyan alim birden kendine gelmiş. Hiçbir şey söylemeden zarfı açmış, birde ne görsün, yediği ve yemediği her şey yüz misli fiyatla yazılmış. Kendinden istenen paranın yarısına bile sahip değilmiş. Zorunlu olarak atından inmiş ve onu ev sahibine vermiş. Daha sonra elbiselerini çıkarmış ve yola koyulmuş. Oradan uzaklaşırken, sevinçle kendinden geçmiş gibi her adımda hoplayıp zıplıyormuş.
Uzaktan ise şöyle söylediği duyuluyormuş:
“Tanrım şükürler olsun, Tanrım şükürler olsun, altı yıllık çalışmalarım boş değilmiş..!

Abdül Baha