IMG772k

“Mevsimlerle Gelen Lezzetler” kitabımda hangi mevsimde nasıl beslenmemiz gerektiğine bakmıştık. Tak Koluna Sepeti: Bodrum Pazarından Tatlar, Renkler, Portreler’de keyifli bir dönemde yaşananlara şahit oldunuz. Bu iki kitapta pek çok sağlıklı ve lezzetli yemek tarifi paylaştım sizlerle.

Mutfakta Zen’i diğerlerinden farklı kılan, adım attığımız dünya. Burada farkındalığın, Zen’in dünyasına giriyoruz. Günlük hayatımıza damgasını vuran anlardan, nefesin öneminden, mutfak alışverişinde nelere dikkat etmemiz gerektiğinden, şükran duymaktan bahsediyoruz. Kitabın sayfaları arasında gezindikçe, mutfağın nasıl bir meditasyon mekanı haline dönüştürülebileceğini görüp şaşıracaksınız. Sebze yıkarken, çorba karıştırırken, bir demet nergisi koklarken, lokmalarımızı yavaşça çiğnerken bütün duyularımızı kullanırız. Farkındalığımız gelişir, kullanıldıkça bilenen bir bıçak gibi keskinleşiriz. Yaşam çok değerli. Onu değerli kılan ise deneyimlediklerimiz. Haydi gelin sizinle mutfağa girelim. Yemek yaparken bir yandan da huzur bulalım, yaşamı kutsayalım. Mutfakta yarattığımız armağanları sevdiklerimizle paylaşalım.

Neden Mutfakta Zen?

Zen denildiğinde aklıma ilk Joshu Usta’nın hikayesi gelir. Şöyledir hikaye: Günün birinde bir keşiş, ustası Joshu’ya sormuş: “Zen nedir? Lütfen öğret bana.” “Kahvaltı ettin mi?” diye sormuş Joshu. “Evet usta.” demiş keşiş. “Öyleyse” demiş Joshu, “Git çanağını yıka.”
Benim için de Zen bu denli yaşamın içinde, ‘gündelik yaşam’ın dokusuna sinmesi gereken bir kavram. Durup baktığımızda göreceğimiz, ‘farkına varacağımız’, bizi aydınlatacak olan bilge. Büyük Japon haiku (17 dizelik Japon şiir sanatı) ustası Başo, Zen’i en derin anlamıyla yaşayanlardan biri olmuş. Onun dizelerine kulak verdiğimizde bunu görmek hiç de zor olmaz:

Evin kıyıcığında
Çiçeklenmiş kestaneyi
Görmeden geçiyorlar
Bu dünyanın insanları

Nasıl da çiçeklenmiş kestaneyi görmeden hızla koşuşturuyoruz değil mi? Peki ya mavi kanatlarını zarif bir edayla çırparak hanımelinin nektarını emmeye çalışan kelebeği? Ya her şeyi unutup keyifle elindeki dondurmayı yalayan çocuğun gözlerindeki ifadeyi? Gün batımındaki renkleri görmez olduk. Denizin mavisinde de kaybolmuyoruz artık.

Bütün bu güzelliklerden yoksun yaşamlarımıza yaşam diyemiyorum ben. Hani ot gibi yaşıyorum der ya bazıları. Onlar artık sinemaya, konsere gidemedikleri için kullanırlar bu benzetmeyi. Benim için ise ot gibi yaşamak farkındalıklardan yoksun yaşamaktır. Sabah koştura koştura işine giden, hızla önündeki evrakları elden geçiren, öğle saati geldiğinde adet yerini bulsun diye yemek yiyen, akşam da aynı telaşla evine koşup belki marketten aldığı dondurulmuş yemeği televizyon karşısında yiyip uykuya dalan, ertesi sabah saatin sesiyle yataktan fırlayıp günü bir önceki günden farksız bir şekilde yaşayan ne çok insan var şehirlerde. “Peki yaşamlarımızı değiştirmek için ne yapabiliriz?” diyorsanız yaptığınız her şeyi farkındalıkla yapmaya çalışın derim. Çünkü bizi ve yaşamlarımızı birbirinden ayıran ne giysilerimiz, ne de kartvizitimizde yazılı olan bilgiler. Farkı yaratan yaşamlarımızdaki an’lar ve bu an’ları nasıl yaşadığımızdır. Yani hepimizin Zen’i deneyimleme yöntemi farklıdır. Kimimiz sebze doğrarken açarız algı kapılarımızı, kimimiz ise vapurun denizde bıraktığı izi seyrederken. Farkındalık ise her gün, her an yaşanabilecek bir hediyedir.

Japonya’nın en tanınmış çay ustası Rikyu’ya çay seremonisinin inceliklerini sormuşlar. Yanıtı “Ateşi yakarsın, suyu kaynatır, çayı çırparsın” olmuş. Öğrenci “Ama bu çok basit bir iş” dediğinde Rikyu, “Sen bunu hakkını vererek yap, ben senin öğrencin olayım” demiş. Büyük bir çay ustasının ustalığı yaptığı işin her anında tüm dikkatini yaptığı işe vermesinde, tüm duyularıyla an’da olmasındadır. Yoksa çay bahane. O usta rafadan yumurtayı da aynı farkındalıkla pişirir, çöpü de aynı farkındalıkla döker, dostuyla da aynı farkındalıkla konuşur. Düşünsenize yaşamın tüm renklerini gördüğümüzü? Sohbet ederken karşımızdaki kişinin duygularını hissettiğimizi? Bedenimizdeki her parçanın yaptığı işin bilincinde olduğumuzu? Yemek yerken her lokmada başka bir cennet meyvesi tadarmışçasına haz aldığımızı? Çevremizdeki tüm varlıklara sevgiyle, saygıyla bakıp her birinin bütünün vazgeçilmez bir parçası olduğunu ve bir parçanın yokluğunda bütünden bir şeylerin eksileceğini bildiğimizi? O zaman daha bir yaşanılası olmaz mı yaşamlarımız? Daha tam olmaz mıyız hepimiz? Daha çok keyif almaz mıyız angarya olarak gördüğümüz o sıradan, o olağan, o sıkıcı günlük işlerimizden?

İşte bu kitabın amacı da budur. Sizi en derin yerinizden vurmak, yaşamın sıradan görünen sıradışı mucizelerine uyandırmak. Tüm kalbimle inanıyorum ki yaşamınız gökkuşağının tüm renklerinden de, biçilmeye hazır buğday tarlasından da, yeryüzünün tüm sırlarını bildiğini düşünen filozoftan da daha zengin olacak, uyanıp gözlerinizi evrenin güzelliklerine açtığınızda. Üstelik bunun karşılığında sizden bir bedel alınmayacak. Düşünsenize, yaşamınızın her anında yeni bir mucizeye gülümseyeceksiniz. Bundan daha güzel bir hediye olabilir mi dünyada? Haydi birlikte uyanalım. Birlikte adım atalım farkındalığın, Zen’in dünyasına. Ben Mutfakta Zen’i yarattım. Siz de kendi Zen’inizi yaratın. Ağaca bakarken Zen’i görün, çocuğunuza bakarken, sabah çayınızı yudumlarken, fırındaki ekmeğin kabarışını izlerken hep Zen olsun kalbinizin gözünde, zihninde. Mutfakta Zen kendinize ulaştırsın sizi. Siz kendi dünyanızı zenginleştirirken çevreniz de güzelleşsin, her tarafta çiçekler açsın. Kestane çiçekleri çok güzeldir. Papatyalar da. Siz baktığınızda, dahası gördüğünüzde, farkettiğinizde güzelliklerini, onlar daha da güzel olacak ve varoluşlarının amacına ulaşmış olacaklar. Siz ise biraz daha aydınlanmış olacaksınız. Burada size Zen şudur, Zen budur da diyebilirdim. Ama bunun yerine bir demet çiçek sunmayı tercih ediyorum. Lütfen bu güzel çiçekleri sulamayı unutmayın. Dünya tüm çiçekleriyle güzel.

Yazarı: Tijen Inaltong
Yayınevi: Dharma Yayınları
229 Sayfa