Şems-i Tebrizi (Muhammed Şemsettin), Azeri Türklerindendir. Yaradılışında üstün vasıflarla bezenmiş, Allah âşığı, hakikat ve mânâ ehlidir.
Günümüz doğu Azerbeycan Tebriz’de, 1185 yılında dünyaya gelmiştir. Henüz çocukluk ve ilk gençlik çağlarında, farklı vasıfta yaratıldığını göstermiş, coşkun hareketi, duygu ve düşünceleri ile zamanının değer ölçülerini aşmıştır. Şems´in Sultan Veled´e anlattığına göre, çocukluk günlerinde, melekleri, yerlerde ve göklerde bir çok olayları görür, herkesin de kendisi gibi bu kabiliyete sahip olduğunu düşünürmüş. Sonra bu vasıfların yalnız kendinde olduğunu anlamış, hatta feyz aldığı Şeyh Ebubekir bu yaşadıklarını herkese söylememesini önermiştir.
Şems-i Tebrizî uzun süre Şeyh Ebûbekir’in hizmetinde bulunmuş, büyük olgunluk ve erginlik mertebesine erişmiştir. Şems daha sonra Şecaslı Şeyh Rükneddin, Tebrizli Şeyh Şahabeddin Mahmud, Cent´li Baba’dan faydalanmıştır. Tefsir, hadis, fıkıh, felsefe ve kelâm bilimlerinde ilerlemiş, dört mezhebin fıkıh esaslarına aşinâ, “Tenbih” adlı eseri incelemiştir.
Yıllarca Suriye Halep ve Şam gibi büyük şehirlerde yaşamış, Arapların dillerini gayet iyi konuşup yazmıştır. Arap edebiyat ve filolojisinde üstün bilgiye sahip olduğunu, Makalât´taki yer yer Arapça pasajlardan anlamak mümkün.
Şems diyar diyar gezip, sohbetine dayanabilecek, kendisini olgunlaştıracak bir şeyh, bir mürşit aramıştır. Konuştuğu kişileri imtihan etmiş, ancak kimse onu tatmin etmemiştir. Karşılaştığı bütün şeyhleri kendine mürid yapıp, arayışına devam etmiştir.
Mevlana ile Şems ilk defa Konya’da Merec’ül-bahreyn’de “iki denizin buluşması” diye tabir edilen yerde karşılaşmıştır. Şems aradığı kişi olup olmadığını anlamak için sorduğu “Hazreti Muhammed mi büyük, Beyazıd-ı Bestamî mi? Ne dersin?” sorusunun devamında aldığı cevap ile, gönül dostuna kavuşmuştur.
Şems ile Mevlana, sohbet ve irşadın son merhalelerini, en güzel dönemlerini yaşarken, müritler arasında kıskançlık hakaret ve iftira baş göstermiştir. Söylentilerin giderek artmasının devamında, Şems Konya’dan ayrılarak, Şam’a gitmiş, halk bu ayrılığın sayesinde Mevlana’nın eskisi gibi kendilerine yöneleceğini düşünseler de, beklediklerinin aksine, Mevlana daha da içeriye kapanmış, iyice kopmuştur. Mevlana’nın bu halini gören halk, yaptıklarından pişman halde kendisinden özür dilemişlerdir.
Mevlana’nın oğlu Sultan Veled, Şemsi Konya’ya getirmek için yola çıkmış, Şam’da Şems’i bularak ondan özür dileyip, geri dönmesi için yalvarmıştır. Bunun üzerine Şems Konya’ya dönmüş, ancak dönüşünden bir zaman sonra, söylentiler yine artmış, sonunda Şems dönmemek üzere, kimsenin bilmediği bir şekilde Konya’dan ayrılmıştır. Başka bir rivayete göre Şems öldürülmüştür ki, öldüren yedi kişi arasında Mevlana’nın (diğer) oğlu olan Aladdin’de vardır.
Şems ve Mevlana, içinde dalgalar koparan bir barajın kapaklarını açmış, Allah aşkıyla yanıp tutuşmuş, madde dünyasından çıkıp, manevi dünyaya taşınmış, gerçek aşkın ne olduğunu anlamıştır. Onlar iki ayrı bedende tek bir ruh olmuş, birbirlerini tamamlamışlardır.